Türkiye, büyük devlet olarak duruşunu ve davasını muhafaza etmeli ve dayatmalara karşı, net tavrını sürdürmelidir.
Amerika, İngiltere ve İsrail’in hamlelerine karşı, yeni ve caydırıcı taktikler geliştirilmelidir.
İstanbul'un en etkili siyasetçileri arasında gösterilen, ünlü iş insanı, AK Partili Başar Biberoğlu, tarihsel bilimler ışığında muhteşem bir yazı kaleme aldı.
Biberoğlu, Türkiye Cumhuriyeti ve milleti üzerinde sergilenen, özellikle 'Kürt sorunu' adı altında ötekileştirme ve ayrıştırma çalışmaları içerisinde olan iç ve dış mihrakların sergilediği tehlikeleri bir bir deşifre ederken, birlik ve beraberlikle çok daha güçlü ve kudretli bir ülke olma yolunda fevkalâde önemli adımlar atacağımızı dile getirdi...
BAŞAR BİBEROĞLU:
İslam ekseninde konuşursak, Türk ile Kürt arasında hiçbir fark yoktur.
Kürtlük ve Türklük bir bütündür.
Birbirlerinin öz kardeşi ve din kardeşidir.
Eğer İslam’ı bir kenara bırakıp konuşursak, kardeş ile kardeş arasında bile pek çok fark vardır.
Aynı elin parmakları birbirinden farklıdır.
Azerbaycan’daki kardeşlerimiz için “iki devlet, tek millet” ifadesini kullanırız.
Fakat Türkler ile Kürtler için bu ifadeyi kullanmayız.
Her iki toplum için vatan birdir.
O derece biriz ve beraberiz, bir bütünüz.
Osmanlı Devleti, Kürtleri, büyük Türk ailesinin bir kolu olarak görmüştür.
Onları azınlık değil, Osmanlı ülkesinin birinci sınıf vatandaşı ve sahibi
olarak kabul etmiştir.
Osmanlı Devleti’nin “Kürt sorunu” diye bir meselesi yoktu. Çünkü Türk sorunu yoktu.
Türkler ve Kürtler, tarih boyunca, karşılıklı olarak birbirlerine yardım etmiştir.
Birbirlerine karşı işledikleri kusurları, yaptıkları yanlışları büyütmemiş, hoş görmüş ve üstünü örtmüşlerdir.
Osmanlı’nın en zor günlerinde, devletin yanında yer almayan ya da devlet düşmanlarıyla işbirliği yapanların hemen hepsi devlet sahibi olmuştur.
Kürtler ise devlet sahibi olmak yerine, sadıklardan olmayı tercih etmişlerdir.
Son ana kadar Türk kardeşlerini terk etmemişlerdir.
Hilafete ve saltanata bağlılıklarını sürdürmüşlerdir.
Bunun tersi de doğrudur: Türkler, son ana kadar Kürt kardeşlerini emperyalistlerin insafına bırakmamıştır.
Kürtler, Osmanlı’nın en ümitsiz yıllarında, Ruslara karşı savaşmışlardır.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Doğu cephesinde görev yapan birliklerdeki askerlerin çoğu Kürt kökenliydi.
Hamidiye alaylarının yerine kurulan Aşiret Hafif Süvari alaylarını da unutmamak gerekir.
Buna karşılık Türkler, Kürt kardeşlerini, kana susamış Ermeni çetelerinin elinden kurtarmıştır.
Kürtler, gerek Rus, gerekse Ermeni saldırıları karşısında büyük can ve mal kaybına uğradılar.
Yüz binlercesi, katledildi veya topraklarını terk etmek zorunda bırakıldı.
Türkler yetişmese, belki de, durum daha vahim olabilirdi.
Ermenistan Devlet Arşivleri’ne göre; 1915-1923 yıllarını arasında, bugünkü Ermenistan topraklarındaki, Kürt nüfus yüzde 98 azaldı.
Yine de bir yanlışa düşmediler.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki o karanlık birkaç yılda Batılılar, Doğu illerinin bir kısmında Ermeni devleti kurulmasını planlarken, diğer kısmında da Kürt devletinin kurulmasını gündeme getirdiler.
Kürdistan ve Ermenistan’ı gösteren haritaları elden elde dolaştırdılar.
Kürt devletin temellerini atmak için bazı girişimler oldu.
Bağımsızlık yanlısı cemiyetler kuruldu, kurduruldu.
Mesela İngilizler, Kürdistan’ın kurulması için Şerif Paşa’yı kullanıyorlardı.
Daha da ileri gidilip, ortak bir Kürt-Ermeni devletinin kurulmasını bile tasarlamışlardı.
Fakat o diyarın sakinleri, bu oyuna gelmediler.
Sonra, Musul’da bir Kürt hükümeti kuruldu kurulacak derken, her şey birden bire kesildi.
Kürt devleti için düşünülen topraklar, Türkiye, Irak, İran ve Suriye arasında paylaştırıldı.
Kanaatimce: Kürt devletinin kuruluşu, şartlar olgunlaşıncaya kadar askıya alındı, ileri bir tarihe ertelendi.
Son yıllarda yaşanan olaylar bize gösteriyor ki, Batılılar, şartların olgunlaştığını düşünmeye başladılar.
Batılıların Kürt kardeşlerimiz üzerinden yapmaya çalıştığı şey, onların haklarını savunmak falan değil.
Şu: Bizi yani Osmanlı’yı yok edemediler, sadece parçaladılar.
Büyük aile dağıldı, fakat çekirdek aile hâlâ bir arada.
Kürt kardeşlerimizi ayartarak, çekirdek aileyi de parçalamak istiyorlar.
Dünden bugüne değişen tek şey, Kürdistan haritalarıdır.
Eski Kürdistan haritaları, Güneydoğu bölgemizin birkaç vilayeti içine alıyordu.
Yeni Kürdistan haritaları, İskenderun körfezine kadar uzanıyor.
Burada, elbette Kürt kardeşlerimizi suçlamıyorum.
İnsan kardeşini suçlamaz.
Fakat şu da bir gerçek:
Amerika, AB, İngiltere ve İsrail, yüzyıl öncesiyle kıyaslandığında, bugün bölgede daha rahat hareket edebiliyor ve destek bulabiliyorlar.
Bu oyunu bozmak için, “içeride” ve “dışarıda”, yapılması gerekenler bellidir.
İçeride yapılması gerekeni, bir örnekle açıklayalım: İbrahim Tatlıses’i meşhur eden Ayağında Kundura türküsünü bilmeyen yoktur.
Bu türkünün sözlerini Urfalı Tahir Oturan kaleme almıştır.
Kendisi Kürt’tür.
Bir Kürt olarak, şunu söylemiştir: “Ölürem ben ölürem / Nere gitsen gelirem / Ben bir Türk oğluyam / Mutlak seni alıram.”
Şunu söylemeye çalışıyorum: Urfalı Tahir Oturan, bir Kürt olarak kendisine “Türk” demekte ne bulduysa, buraya çalışmalı, bunun peşinden koşmalıyız.
Daha açık söyleyelim: Millet olma gerekçelerimizi yeniden kazanmalı, ona sımsıkı sarılmalıyız.
Dışarıda yapılması gereken ise şudur: Türkiye, büyük devlet gibi davranmaya devam edip, dayatmalara karşı, net tavrını sürdürmelidir.
Amerika, İngiltere ve İsrail’in hamlelerine karşı, yeni ve caydırıcı taktikler geliştirilmelidir.