Sarıyer'in saygıdeğer isimlerinden, Kanaat Önderi Ali Rıza Zaman, siyasetin toplum üzerindeki etkisini kendine has samimi bir anlatımla dile getirdi.
Türk siyasetinin geçmişten günümüze gelen halk üzerindeki tüm argümanlarını masaya yatıran Zaman, içinde çok özel mesajlar içeren bir yazı ile ders niteliğinde sunumlar gerçekleştirdi.
ALİ RIZA ZAMAN:
Siyaseti neden çok fazla konuştuğumuz sorusu zihnimin gedikli konularından biridir.
Sanırım; bunun nedeni gerçekten toplum olarak her ortamda siyaset konuşuyor olmamızdan kaynaklanıyor.
Genel görünüme bakarak toplumu oluşturan her bireyin siyasetle ilgili olduğunu iddia edemeyiz.
Buna karşılık özellikle görsel ve yazılı medyanın manşetlerinin ve sosyal medya platformlarının siyaset konuları ile dolu olması ciddi bir veridir.
Bir gıdayı sürekli tükettiğinizde, bir süre sonra doygunluk oluşur ve yemeyi kesersiniz; hatta uzun bir süre için onu görmek bile istemeyebilirsiniz.
Acaba sürekli siyaset konuşulmasının bu konuda kaliteli doygunluğa ulaşmıyor olmamızla ilgisi olabilir mi?
Yoksa problem çözme performansının düşüklükten dolayı gerçek sorunların üzerine gitmektense ‘siyaset sohbetleri’ yaparak sıkıntılar görmezden mi gelmeye çalışılıyor?
Toplumun siyasal ve buna bağlı olarak çıkar amaçlı olarak katı biçimde kategorize edilmeye çalışılmasının etkisi olabilir mi?
Her durumda neden çok fazla ‘güncel siyaset lafazanı’ olduğumuz ciddi biçimde araştırılmaya aday bir sorudur.
Eğer farkında olmayı başarabilirsek yaşam, bize pek çok gerçeği öğretiyor.
Bunu siyaset için de tekrar edebilirim.
Dâhil olarak ya da dışarıdan izleyerek bazı siyasal partilerin neden başarılı oldukları, kimilerinin ise neden silinip yok oldukları konusunda ipuçlarını yakalayabiliriz.
Siyasetle kıyısından köşesinden ilgilenmiş herkesin kendi birikimine uygun bulguları olduğuna eminim.
Yeni siyasal oluşumların hız kazandığı ve bunlara başkalarının eklenebileceği ya da kendilerini yenileyip yeniden sahne almak isteyenleri olabileceği şu günler için bazı gözlemlerimi paylaşmak isterim...
Öncelikle; toplumda büyük etkiler yaratan sosyal göç olayından söz etmek gerekir.
Kırdan kente göçün belli bir olgunluğa eriştiği bu dönemin getirdiği farklılıkları iyi okuyabilmek gerekir.
1970-1990 arasında kentin yeni göçmenleri olanlar, bugün ülke ve toplum şartlarına uygun biçimde ‘kentlileştiler’.
Kentten, ekonomiden veya sosyal yaşamdan beklentileri ve yaşam biçimleri önemli ölçüde değişti.
Bu durum, bugün kent nüfusunun büyük bölümünü oluşturan yeni kentlilere yönelik politikaların farklılaştırılmasını gerektiriyor.
Klasik içerik ve biçimlerle siyaset yapmanın alanı iyiden iyiye daralacak ki örneklerini artık her ortamda görüyoruz.
Dolayısıyla nitelikli siyasetin acilen yeni yaklaşımlar üretmesi gerekiyor.
Aynı nedenden dolayı eski siyasetçiler ve bürokratlar üzerine kurulmuş yeni siyasal oluşumlar, bir yandan geçmişin kişisel ve psikososyal sorunlarını yeni siyasete taşırken, diğer yandan yenileşmenin önünü de kesmiş oluyorlar.
Bir başka deyişle; geçmişin cafcaflı bazı isimlerini yeni siyasal hareketlere taşımak yarar yerine zarar sağlıyor.
Eğer siyasal partinin üst kadroları eski siyasetçiler ve bürokratlar ile doldurulursa, sonuçta ‘komutanların çok, askerlerin az’ olduğu, yaş ortalaması yüksek ve atıl bir parti kadrosu oluşuyor.
Bizde siyaset alanının en az önem verilen alanlarının başında eğitim, kurumsallaşma ile araştırma ve geliştirme (ar-ge) gelir.
Üyesi ya da yandaşı olunan partinin diğerlerine oranla hangi farklılıklara sahip olduğunu, partinin üst düzey yöneticileri bile iyi bilmezler.
Partide paylaşılmış ve eğitimle yaygınlaştırılmış bir misyon, vizyon ve söylem birliği yoktur.
Partinin en dinamik yandaşları bile siyaset genel kültürü ve parti söylemi konusunda had safhada bilgisizdirler.
Parti içinde ve dışında bir yarış ve rekabet olması, siyasetin doğasından kaynaklanır.
Ama siyasal yarış; dedikodu, karalama ve haksız rekabet anlamına gelmez.
Bir kuruluşta dedikodu türünde enformel iletişimin engellenmesinin ilk ve vazgeçilmez yolu kurumsal bir yapı oluşturmaktır.
Siyaset dünyamızı gözden geçirdiğimizde ise ne merkezde ne de yerel düzeylerde böyle yapılanmaların olmadığını görürüz.
Dolayısıyla pek çok siyasal parti daha doğuşundan itibaren kan ve can kaybetmeye başlar.
Bizde ‘ağzı biraz laf yapanın’ siyasete uygun olduğu gibi yanlış bir düşünce var.
Hâlbuki siyaset, söylem ve örgütlenme gibi iki önemli boyutu olan ciddi bir kurum.
Siyaseti söylem olarak bilmek yeterli olmadığı gibi sadece örgütlenme gereklerini yerine getirmek de kalıcılığı ve sürekliliği sağlamıyor.
Her siyasal parti, toplum için bir umut olarak filizleniyor.
Dolayısıyla her siyasal başarısızlık halkın yaşamından ve yaşam kaynaklarından bir bölümünü alıp götürüyor.
Her başarısızlık, ekonomik ve sosyal yaşamdan kopup giden kaynaklar, fırsatlar ve umutlar anlamına geliyor.
Bu nedenle ne biçimde yapılırsa yapılsın siyasetin kamusal ve sosyal birçok yönü var.
Bu realite ışığında belirtmekte fayda görüyorum ki, siyaset alanına çıkan her aktörün bu gerçeğin farkında ve bilincinde olması gerekiyor.