Sarıyer Yenigün, Sarıyer'in Gerçek Tarafsız Gazetesi - Cumhuriyet Tarihinin Kara Lekesi! </br>28 Şubat
Karakter boyutu :13 Punto15 Punto17 Punto19 Punto

Cumhuriyet Tarihinin Kara Lekesi!
28 Şubat

Cumhuriyet Tarihinin Kara Lekesi! </br>28 Şubat
Türk siyasi tarihinin kara bir lekesi olan ve ‘postmodern darbe’ olarak geçen 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu bildirisinin üzerinden tam 24 yıl geçti.
28.02.2021 / 11:16


Türk siyasi tarihinin kara bir lekesi olan ve ‘postmodern darbe’ olarak geçen 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu bildirisinin üzerinden tam 24 yıl geçti. Türkiye, bin yıl sürecek denen 28 Şubat darbesini atlattı ancak hafızalardan silinmedi. 28 Şubat arkasında vesayetçilerin zulmüne uğrayan milyonlarca mağdur bıraktı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nden 1990-2011 arasında "irtica" suçlamasıyla YAŞ kararları sonucu 1635 personel atıldı. Postmodern darbe nedeniyle 1997-2000 döneminde sermaye kesimine 34 milyar dolar fazladan faiz ödenirken, dolar/TL paritesi 5,5 kat, faiz giderleri 9,4 kat arttı. Peki 28 Şubat'ta ne oldu? 28 Şubat'a nasıl gelindi? 28 Şubat’a giden süreçte kırılma noktaları neler? İşte detaylar...

Refah Partisinin 1995'teki genel seçimlerden birinci çıkmasıyla başlayıp irtica tartışmalarıyla alevlenen sürecin kırılma noktalarından 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının üzerinden 24 yıl geçti.

Tartışmalı kararların alındığı MGK toplantısının yapıldığı tarihle anılan ve "Gerekirse bin yıl sürecek" denilen 28 Şubat süreci Türk siyasi tarihinde kara bir leke olarak zihinlere kazındı.

Türkiye, Aralık 1995'te yapılan seçimlerde bir ilki yaşamış, "Milli Görüş"ün lideri Necmettin Erbakan sandıktan zaferle çıkarak, yüzde 21 oyla Meclisteki 550 sandalyenin 158'ini kazanmıştı.



Seçimlerden sonra Necmettin Erbakan'ın başbakanlığında, Refah Partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyonuyla 28 Haziran 1996'da 54. Hükümet kuruldu. DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak hükümette görev aldı.

"Rejimin tehdit edildiği" görüşünün sık sık dillendirildiği bu dönemde, huzursuzluğun ilk sinyali Ağustos 1996'daki Yüksek Askeri Şura'da (YAŞ) belirmeye başladı. YAŞ üyeleri irticai faaliyetleri gerekçe göstererek hükümete eleştiriler yöneltti.

Devletin zirvesindeki tartışmalar dışında farklı kesimlerden benzer sesler yükselmeye başladı. Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen ile Yargıtay Başkanı Müfit Utku, adli yıl açılışındaki konuşmalarında şeriat ve laiklik vurgusu yaptı.

Erbakan'ın önce İran gezisi ardından Ekim 1996'daki Mısır, Libya ve Nijerya'ya yaptığı ziyaretler tartışma konusu oldu.

Hatta Libya gezisi için Meclis'te Erbakan hakkında gensoru verildi ancak kabul görmedi.



O GECEYE SORUŞTURMA VE TANKLAR SİNCAN SOKAKLARINDA

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcılığı, tepkilere yol açan "Kudüs Gecesi"ni düzenleyen RP'li Belediye Başkanı Yıldız hakkında 2 Şubat 1997'de ayrı ayrı soruşturma başlattı.

Söz konusu gecede konuşan İran'ın Ankara Büyükelçisi Bagheri, 3 Şubat 1997'de Dışişleri Bakanlığına çağrılarak protesto edildi.

Bu gelişmeler gündemdeyken, 28 Şubat sürecinin unutulmayacak görüntüsü olarak tarihteki yerini alan "Sincan'dan tankların geçmesi" olayı yaşandı.

Sincan'da 4 Şubat 1997'de 15 tank ve 20 kariyer aracı, ilçeden geçerek Yenikent'teki tatbikat alanına gitti.



SİYASİ TARTIŞMALAR

Tüm bu olup bitenler, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de dahil olduğu ciddi siyasi tartışmalara yol açtı.

Dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, yaşanan süreçten duyduğu rahatsızlığı Başbakan Erbakan'a iletti. Gelişmeler, koalisyon ortakları arasında çatlağa neden oldu.

Siyasiler arasındaki gerginlik, toplum tabanına da yansıdı. Bu kapsamda, sivil toplum örgütlerinin kadın temsilcileri tarafından Ankara'da geniş katılımlı bir miting düzenlendi.

İran Büyükelçisi Bagheri ise Kudüs Gecesi'ndeki konuşmalarının ardından, artan tepkiler üzerine ülkesine gitmek zorunda kaldı.



ÇEVİK BİR'DEN "DEMOKRASİYE BALANS AYARI YAPTIK" YORUMU

"Kudüs Gecesi"nden 4 gün sonra İçişleri Bakanlığına bir yazı gönderen dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, "Belediyelerdeki köktendinci kadrolaşmanın derhal incelenmesini" istedi. Bunun üzerine İçişleri Bakanı Meral Akşener, valiliklere gönderdiği yazıda "Cumhurbaşkanı'na bilgi verilmek üzere" konunun araştırılması talimatını verdi.

Başbakan Erbakan, 21 Şubat 1997'de Cumhurbaşkanı Demirel ile yaptığı görüşme sonrasında "Türkiye'nin rejim meselesi yok." açıklaması yaptı.

Aynı gün, Washington'da Türk-ABD Konseyi kapanış balosunda konuşan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, yıllarca zihinlerden silinmeyecek "Sincan'da demokrasiye balans ayarı yaptık." sözlerini sarf etti.

Tartışmaların en yoğun döneminde, Cumhurbaşkanı Demirel'in 26 Şubat'ta Başbakan Erbakan'a "rejim konusunda endişelerini dile getiren bir mektup gönderdiği" ortaya çıktı.

ÇANKAYA KÖŞKÜ'NDE 8 SAAT 45 DAKİKALIK TOPLANTI

Tüm bu gelişmelerin ışığında, 28 Şubat 1997'de kritik MGK, Cumhurbaşkanı Demirel'in başkanlığında toplandı.

MGK tarihinin en uzun toplantılarından biri olan, Türkiye'ye siyasal ve sosyal anlamda yeni bir istikamet çizen bu tarihi toplantı, 8 saat 45 dakika sürdü. Çankaya Köşkü'nde saat 15.10'da başlayan toplantı, 23.55'te sona erdi.



MGK toplantısına Başbakan Necmettin Erbakan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hikmet Köksal, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ahmet Çörekçi, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman ve MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç da katıldı.

Toplantıda, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Onur Öymen, Emniyet Genel Müdürü Alaaddin Yüksel, Olağanüstü Hal Bölge Valisi Necati Bilican ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz, Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Çetin Taner ile MGK Genel Sekreter Başyardımcısı Korgeneral Necdet Timur da hazır bulundu.

4 MADDELİK MGK BİLDİRİSİ

Toplantı sonrasında yayımlanan 4 maddelik MGK bildirisinde özetle "Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların, laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendiklerinin müşahede edildiği" belirtilerek, "Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmeyeceği" vurgulandı.

STK'LERDEN MGK KARARLARINA DESTEK GELDİ

MGK bildirisinin yayımlanmasının ardından, 1 Mart 1997'de askerlerin MGK toplantısına getirerek, hükümetten yapılmasını istediği 20 madde ortaya çıktı. Bu taleplerin arasında, "Temel eğitimin 8 yıla çıkması, imam hatip okullarının meslek okullarına dönüştürülmesi, irticai faaliyetlere karıştıkları için TSK'deki görevlerine son verilen askerlerin belediyelerde istihdam edilmesinin önüne geçilmesi" de vardı.



Başbakan Yardımcısı Çiller 2 Mart'ta DYP Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, askerin hükümetten istediği taleplerine direnilmemesini istedi. Bundan sonra DYP'de "hükümetten çekilelim" sesleri yükselmeye başladı.

Bu süreçte bir basın toplantısı düzenleyen Erbakan, yeni hükümet arayışlarına tepki göstererek, "Hükümet TBMM'de kurulur, MGK'da kurulmaz" ifadelerini kullandı.

Bazı sivil toplum kuruluşları da açıklamalar yaparak, MGK kararlarına tam destek verdiklerini ifade etti.

DYP VE RP ARASINDA YOL AYRIMI

Çiller, Başkanlık Divanı toplantısında MGK kararları ve uygulanması konusunda TBMM'de genel görüşme açılması için Erbakan ile anlaştıklarını, genel görüşme önergesini hafta başında Meclise sunacaklarını açıkladı. Ancak diğer partilerin sert tepki göstermesi üzerine bu plan uygulanamadı.

Cumhurbaşkanı Demirel, MGK'nin anayasal ve kendine özgü bir kuruluş olduğunu vurgulayarak, "MGK kararlarının uygulanmaması halinde devletin yürümeyeceğini, uygulamayanların sorumlu olacağını" kaydetti.

Bunun üzerine Erbakan, MGK kararları için RP'li bakanlar Fehim Adak ve Şevket Kazan ile DYP'li Nevzat Ercan'dan oluşan bir "uygulama komitesi" kurdu.

Bundan sonraki süreçte, başta 8 yıllık kesintisiz eğitim olmak üzere MGK kararlarının uygulanmasında ortaya çıkan tartışmalar, DYP ve RP arasındaki yol ayrımını hızlandırdı.



RP'YE KAPATMA DAVASI

Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıl dönümünde konuşan Cumhurbaşkanı Demirel, "Kimse laik Cumhuriyet'e alternatif aramaya kalkışmasın" ifadelerini kullandı. Demirel, 22 Nisan'daki bir başka konuşmasında ise Türkiye'nin içinde bulunduğu krizden çıkış yolunu "seçim" olarak gösterdi.

MGK, 26 Nisan'da toplandı ve 28 Şubat'ta alınan kararların ne kadar uygulandığını belirleyebilmek için "İzleme Komitesi" kurulmasını kararlaştırdı. Bu komite, her ay MGK'ya bir de rapor sunacaktı.

Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, 21 Mayıs 1997'de "Anayasa'nın laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği açıklıkla anlaşıldığı" gerekçesiyle, RP'nin sürekli kapatılması istemiyle dava açtı.



ERBAKAN İSTİFASINI SUNDU

Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde 11 Haziran'da irticaya karşı "Batı Çalışma Grubu" oluşturuldu.

Haziran ayının 18'inde Başbakan Necmettin Erbakan ile yardımcısı Tansu Çiller, "Giderek artan toplumsal gerginlik nedeniyle hükümetin nasıl devam edeceği" konusundaki görüşmede uzlaştılar. Başbakanlığı Çiller devralacak, BBP hükümete girecek ve erken seçim yapılacaktı. Bu anlaşmadan sonra Erbakan aynı gün hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı Demirel'e sundu.

Cumhurbaşkanı Demirel ertesi gün muhalefet lideri Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Deniz Baykal ve Hüsamettin Cindoruk ile görüştü, ardından da hükümeti kurma görevini ANAP Genel Başkanı Yılmaz'a verdi. Yılmaz'ın görevlendirilmesine RP, DYP ve BBP liderleri tepki göstererek, Demirel'i eleştirdi.



RP'NİN 14 YILLIK SİYASİ YAŞAMI SONA ERDİ

Demirel başkanlığında 25 Haziran'da gerçekleşen MGK toplantısı, Erbakan'ın katıldığı son MGK toplantısı oldu. 30 Haziran'da 55. Cumhuriyet Hükümeti, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ın başbakanlığında kuruldu.

ANAP-DSP ve DTP ortaklığıyla kurulan hükümette DSP lideri Bülent Ecevit Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.

MGK kararlarından en çok tartışılan 8 yıllık kesintisiz eğitim ile ilgili yasa tasarısı, 16 Ağustos 1997'de TBMM'de 242'ye karşı 277 oyla kabul edildi. 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması, 1997-1998 eğitim-öğretim yılının açıldığı 15 Eylül'den itibaren uygulanmaya başlandı.



EKONOMİ DE DARBE ALDI

Türk siyasi tarihine "postmodern darbe" olarak geçen 28 Şubat süreci Türk ekonomisine de ağır darbe vurdu.

"Postmodern darbe" olarak nitelendirilen 28 Şubat 1997'deki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının üzerinden 24 yıl geçti.

Ülke ekonomisinde onarılması zor yaralar açan ve bazı değerlendirmelere göre yüzlerce milyar dolarlık ekonomik maliyete neden olan 28 Şubat dönemi, 2001 krizine giden yolun taşlarını döşedi.

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun 2012'de açıkladığı rapora göre, 1997-2000 döneminde sermaye kesimine 34 milyar dolarlık fazladan faiz ödemesi yapıldı. 1997-1999 döneminde faiz giderleri 5 kat, 2000 yılı dahil edildiğinde ise 9,4 kat arttı.

TMSF'ye devredilen banka sayısı 1997'den 2001 krizine kadar geçen sürede 20'yi aştı. Faiz harcamalarının GSYH'ye oranı 1997'de yüzde 5 iken 2001 yılına gelindiğinde bu oran yüzde 17 düzeyine çıktı.

Merkez Bankası verileri dikkate alındığında ise anılan dönemde dolar karşısında TL ciddi oranda değer kaybetti. Bu çerçevede 28 Şubat 1997'de 122,1 lira olan dolar/TL paritesi 26 Aralık 2000 itibarıyla 5,5 kat artarak 675 liraya yükseldi.



Döviz kurundaki artış başta ara malı olmak üzere ithalatın maliyetini önemli oranda artırırken, buna paralel olarak özel sektörün dış borcuna önemli bir yük getirdi.

YATIRIMLAR DURDU, PİYASADA BELİRSİZLİK BAŞ GÖSTERDİ

Söz konusu MGK'nın ardından başlayan süreçte yatırımlarda durgunluk, piyasalarda belirsizlik baş gösterdi. Bu durum büyüme rakamlarına da olumsuz yansıdı.

Türkiye ekonomisi 1997'de yüzde 7,5 büyürken, 1998'de büyüme hızı yavaşladı ve yılı yüzde 3,1 büyümeyle kapattı. Ekonomi, sürecin olumsuz etkileriyle 1999'da yüzde 3,4 daraldı. 2000 yılındaki yüzde 6,6'lık büyüme, bir önceki yılın kayıplarını bir parça gidermesine karşın, Türkiye, 2001'deki ekonomik krizinin etkisiyle yüzde 6 küçüldü.

Enflasyon verileri açısından değerlendirildiğinde ise 1995'te yüzde 125,9 seviyelerini gören enflasyon, Şubat 1997 itibarıyla yüzde 77,7'ye kadar gerilemişti. Sürecin ekonomiye olumsuz etkisi nedeniyle enflasyon, Aralık 1997'de yüzde 99,1'e yükseldi.

Enflasyon oranı 1999-2001 döneminde en düşük yüzde 39, en yüksek yüzde 69,7 olarak hesaplanırken, ancak 2004'te tek haneli rakamlara indi. Ayrıca 1997'de 1 milyon 551 bin olarak hesaplanan işsiz sayısı, 1999 itibarıyla 278 bin kişi artarak 1 milyon 829 bine çıktı. Bu işsizlerin yüzde 48,6'sını 15-24 yaş grubundaki gençler oluşturdu.



"28 ŞUBAT, 2001 KRİZİNE SÜRÜKLEYEN BAŞLICA ETKEN"

Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) Başkanı Abdurrahman Kaan, AA muhabirine konuya ilişkin yaptığı açıklamada, ister askeri ister sivil olsun tüm darbelerin başlıca amacının kaynak, servet ve gelir transferi olduğunu söyledi.

Kaan, "28 Şubat 1997'de yaşanan darbenin de, kendisinden sonraki yıllarda artış kaydeden banka hortumlamaları ve yolsuzluklarla doğrudan alakalıdır ve bu süreç Türkiye ekonomisini 2001 yılında yaşayacağı büyük ekonomik krize sürükleyen başlıca etken olmuştur." dedi.

Türkiye ekonomisinde büyüme oranının sonraki yıllarda düştüğünden bahseden Kaan, "2000 yılında milli gelirimiz 201,6 milyar dolar iken 2001'de 144,6 milyar dolara kadar gerilemiş ve böylece milli gelirde 57,2 milyar dolarlık bir kayıp olmuştur." diye konuştu.

Kaan, 28 Şubat'ın Türkiye ekonomisi üzerindeki en bariz etkisinin finansal kesime olduğunu kaydederek, 1994-2003 yıllarında toplam 25 bankanın TMSF'ye devredildiğini, bunlardan 20 tanesinin 1997-2002 yılları arasında yaşandığını, el konulan bu bankaların fona devir zararının 17,3 milyar dolar olduğunu bildirdi.

Yıllık sermaye girişi tutarında ortalama olarak milli gelirin yüzde 2'sinin alınabileceğini ifade eden Kaan, "1997-2000 yıllarında Türkiye'ye yaklaşık 20 milyar dolar net doğrudan yabancı sermaye girişi olabilirdi. Ancak 28 Şubat sürecinin baltaladığı sermaye girişi, bu dönemde yalnızca 3,5 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Böylece sürecin yabancı sermaye girişi üzerindeki etkisi 17 milyar dolar oldu." açıklamasında bulundu.



"EKONOMİYE ZARARI 250 MİLYAR DOLARI AŞTI"

Abdurrahman Kaan, siyasi istikrarsızlığın meydana getirdiği belirsizliğin de kamu dengesizliğini artırdığını belirterek, faizlerin artmasının bir taraftan büyümeyi istikrarsızlaştırdığını, diğer taraftan da kaynakların yatırımlara yönelmesin, engellediğini ve rant ekonomisinin gelişmesine neden olduğunu söyledi.

Söz konusu rant ekonomisinden en büyük zararı Türk halkının gördüğünü dile getiren Kaan, askeri müdahale öncesinde 4 bin dolar seviyesinde olan kişi başına gelirin bu seviyeyi ancak 2003'te aşabildiğini, ülke ekonomisinin en az 6 senelik türbülansa sokulduğunu vurguladı.

Kaan, "Bugün söz konusu dönemin ekonomik etkilerine yönelik yapılan araştırmaların sonuçları farklılık gösteriyor olsa da 28 Şubat'ın muhtemel ekonomik etkilerinin 250 milyar doların üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu bağlamda darbenin askeri ya da sivil kanattaki bütün faillerinin kaynak, servet ve gelir transferi noktasında Türkiye ekonomisine oldukça ağır bir tahribat yaşattığı aşikardır." ifadelerini kullandı.



"TÜRKİYE ULUSLARARASI YATIRIM ORTAMINDA KOPARILDI"

Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) Genel Başkanı Orhan Aydın ise, 28 Şubat darbecilerinin insanların haysiyetini, onurunu ve kariyerini çaldıkları gibi ülke ekonomisine 230 milyar dolar zarar verdiğini söyledi.

İçi boşaltılan bankaların devlete yüklenmesi, gecelik faizlerin yüzde 7 binlere yükselmesi, enflasyonun yüzde 70'lere çıkması, kamu borcunun milli gelire oranının yüzde 80'e ulaşması gibi gelişmelerin ekonomiye ve millete darbe üstüne darbe vurduğunu dile getiren Aydın, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Seçilmiş hükümetin sürekli hedef seçilmesi, postmodern darbecilerin insan hak ve hürriyetlerini hedef alması Türkiye'nin uluslararası mecralarda itibarını sarsmış, güven ortamı zedelenerek Türkiye özellikle uluslararası yatırım ortamından kopartılmıştır. Dönemin Avrupa Ekonomik Topluluğu ile yapılan anlaşma ile 1996 yılında Gümrük Birliğine dahil olan Türkiye beklenen ölçüde doğrudan yabancı sermaye çekememiştir. 1997'de 1,7 milyar dolarlık izin verilen yabancı yatırımdan sadece 800 milyon dolarlık kısmı fiilen gerçekleşebilmiştir. Türkiye, postmodern darbenin ekonomiye yansımasını ağır bir bedelle ödemiştir."



"YEŞİL SERMAYE TABİRİYLE BİR KESİM İŞ YAPAMAZ HALE GETİRİLDİ"

Tüm Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜMSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Yaşar Doğan da, gelecekle ilgili belirsizlikler doğuran süreç nedeniyle ekonominin büyük yara aldığını belirterek, "Özellikle iş dünyasının bir bölümünü oluşturan iş insanlarının girişimlerinin 'yeşil sermaye' olarak nitelendirilmesi ve iş yapamaz hale getirilmesi, ülkemizin üretkenliğine de darbe vurdu, bu işletmelerin çalışanlarını gelecek endişelerine sevk etti." dedi.

Darbenin ekonomiye verdiği zararlardan bahseden Doğan, "Ancak asıl zararlardan birisi de; 'iş dünyasının psikolojisinde yol açan tahribat nedeniyle ekonominin kırılganlığının artmasıdır." diye konuştu.

Doğan, Türkiye'nin uluslararası platformlarda prestij kaybından bahsederek, şu ifadeleri kullandı:

"Belirsizliklerin arttığı, güven ortamının yok olduğu ve ekonominin geleceği ile ilgili endişelerin arttığı ortamlarda yeni yatırım bekleyemezsiniz. Aksine var olan yatırımlarda bu ortamdan çıkmanın yollarını arar. Ülkemizdeki bazı yerli firmalarımız özellikle Anadolu sermayesi çöküşe sürüklenirken, yabancı sermaye girişi durdu. Darbenin sermaye piyasalarına etkisi de olumsuz oldu. İMKB'de günlük meydana gelen spekülatif dalgalanmalar birçok yatırımcının parasını kaybetmesine yol açarken, ülkemizde sermaye piyasalarının gelişimi gecikti."

Doğan, darbenin halka verdiği zararlara değinerek, vatandaşın alım gücünün düştüğünü, kronik problemlerinden tasarruf edememe ve tasarrufları ekonomiye kazandıramama sorununun arttığını anlattı.